14 Aralık 2011 Çarşamba

Rapunzel



Prenseslere ilgisi ve alakası ziyadesiyle fazlalaşan bir prensesiniz varsa ve her akşam Calliu izlemekten bıktıysanız Rapunzel  değişiklik için iyi bir seçenek olabilir.




Görsel kalite her zaman ki gibi yüksek. Hikayeyi Tinker Bell kadar beğenmesemde izlemek keyifliydi.


Zamane kızlarının prenses bile olsalar su katılmamış romantik olmadığını,sarışınlığın artık aptallık emaresi sayılamayacağını kanıtlar nitelikte bir film olmuş.Becerikli,güçlü,yetenekli ve sempatik Rapunzele evdeki miniğin bayılacağına neredeyse şüphem yok:)


Biz şimdiden bir kere daha ne zaman izleyelim pazarlıklarına başladık..

11 Aralık 2011 Pazar

Şu Fani Dünyada İnsanlardan Öğrendiklerim

İnsan bir yolcu,öğrenen,öğreten eğitilen ,şekilden şekile giren acayip bir varlık.İnsan, başka insanlarla öğreniyor,terbiye oluyor bazen zenginleşiyor bazende fakirleşiyor.Her zaman iyi insalardan değil, bazen aykırı farklı saygısız ,kaygısız,bencil  insanlardan da birşeyler öğreniyor.


Bende kendi yolculuğumda kimlerden neler öğrenmişim bunları hesapladım kafamda.
Bu hafta yaşanan tatsız bir olay sonrası aklımdan geçti tüm bunlar unutmayayımda yazayım buracığa istedim.


Doğuyoruz anne ve baba iki  insan karşımıza çıkıyor.Sevgi ekerlerse sevgi,öfke ekerlerse öfke biçiyorlar.Bizde ona göre şekilleniyoruz,ilk temeller onlara göre atılıyor.Bütün ömrün ilk tohumlarını onlar atıyor bilerek yada bilmeyerek.
Ailenin kanatlarından çıkıp kendi yolumuza yollandığımızda ilk karşımıza çıkan öğretmenlerimiz, çok büyük rolleri var hayatımızda.Pek tabii arkasından arkadaşlarımız geliyor.Kendimizin seçtiği, halimize, ruhumuza, huyumuza, zevkimize göre insanlarla çevreliyoruz etrafımızı.
Ve karnaval başlıyor.
Herkes bambaşka kültürler,aileler,gelenek ve göreneklerle büyüdüğü için ortaya çeşit çeşit haller türlü türlü durumlar çıkıyor.Bu heterojen karışım içinde acı- tatlı türlü lezzet,bilge-avam türlü hal,keyifli- sıkıcı türlü zaman giriyor.


Sonra bir minik dünyaya getirip ona bir şeyler öğretirken ondan da bir şeyler öğrenmenin keyfini yaşıyor insan.Tüm davranışlarının sağlamasını yapmayı,tüm sözlerini süzgeçten geçirmeyi,adeta konuşan bir boy aynası karşısında  yaşamayı öğreniyor insan.


Tüm bu harmanlanan insan ilişkileri içerisinde önemli olan ve kaybedilmemesi gereken kişinin erdemini,ve derinliğini katacak insanları önemseyip geri kalanıyla fazla ilgilenmemenin yolunu keşfetmek.Ben kendi formülü mü yazarken şunları keşfettim.



  • Karşındakini kendin gibi bilme.Çünkü değil ve asla olamaz.

  • Sana bir şey katmayan katmadığı gibi götüren insanları çokta fazla önemseme.Kıymetli olanı bulmaya yönel. Aslolan bu yolculukta elmasları toplamak cam kırıklarını değil.

  • İnsanlar yaş aldıkça,yıllandıkça olgunlaşır diye bir kural yok.O sadece meyvelere mahsus bir durum.Olgunlukta farkında olmakla, kendini derinleştirmekle ilgilenenlere has bir durum ve hatta fıtratın içinde gizli bir çekirdek.

  • Güzel insanlar her şeye rağmen var, etrafa dikkatli bakmaya devam et.

  • Hiç bir sıfat veya durum kişiye ağzına geleni söyleme hakkı vermez.Bu ne özgüven ne samimiyet nede başka bir şeyle açıklanabilir.Ama böyle insanlar var ve ne yazık ki onların kaprisini çekmek için bir dünya insan uğraşıp duruyor.

  • Kalın incelene kadar incenin canı çıkar.Karşı tarafı düşünerek yapılan incelikler,verilen uğraşlar karşı tarafın bu inceliği algılayabilme kapasitesi kadardır.

  • Bir insanla tarzın ilk dakikadan farklıysa ve sen bunu farkettiysen bu fark hiçbir zaman kapanmaz ve zaman seni mutlaka doğrular,yanılmadığını anlarsın.

  • Toplu organizasyonlarda asla asla asla hediye kısmına karışma.Göreceğin saygısızlık yanına kar kalır.Sen güzel bir hatıra bıraktığını düşünürken bin tünlü angaryanın altına imzanı attığının farkına geç varırsın.Ama geç farkına varmak hiç varamamaktan iyidir.;)



Yaşadıklarım,davranışlarım ve sözlerimle hep iyiliklerin güzelliklerin altına imzamı atmaya çalışıyorum velev ki olaylar tatsız,keyifsiz ve sıkıntılı; insanlar densiz,saygısız ve kuralsız  bile olsalar.


Herkese keyifle geçecek,güzel dostlukla güzelleşecek güzel bir hafta diliyorum.
Kaynak

















5 Aralık 2011 Pazartesi

Hafta Sonu Bitmesin

Bu hafta sonu için tek planım vardı evden hiç çıkmamak!


Tabii ki öyle olmadı.Bizim prensesin, her kış başına  bela olan  orta kulağa sıvı birikmesi meselesi bu senede baş gösterdi.Çok sık üst solunum yolu enfeksiyonu geçirdiği için kulakta sıvı birikimi oluyor ve bu sinsi meret baya inatçı olduğu için hemencecik geçmiyor.Sürekli burnun açık olması ve bunun içinde serum fizyolojik sıkılması yada damlatılması gerekiyor.Neyse efendim bu uzun girizgahtan sonra kulak ölçümü yapılabilmesi için doktordan randevu aldık. Cumartesi öğlen girdiğimiz hastaneden bir iki saatimizi harcayarak çıktık.Sonrasında eksikler alınacaklar falan derken kendimizi alışveriş merkezinde bulduk.Orada da bir kaç saati öldürdükten sonra eve döndüğümüzde yorgun,halsiz kendimizi evin muhtelif köşelerinde savrulmuş bulduk.


Gecenin ilerleyen saatlerinde uzuunca bir zamandır film seyretmemiş olup The King Spech ide oldukça merak ettiğimizden battaniye altı film seyri yaptık.Buda cumartesinin tek güzel tarafı oldu.Filmi izlemediyseniz, izleyin pişman olmazsınız.






Pazar nisbeten daha dinlendirici idi.Yine yapmak istediklerimin büyük bir çoğunluğuna fırsat kalmasada evde olmayı çok özlemişim. Kavanozlarıma çok başarılı bulmadığım etiketler yapıp (daha güzellerini yapı fotoğraflıycam), dolabın üzerinde durmaktan rengi değişen ekmek makinamı çıkarıp poaça hamuru yoğurtup  pişirdim.İlk denem için hiç fena sayılmaz, benim gibi hamur özürlü bir insan olarak ise muhteşem bir başarı oldu.Hamurla ilk karşılaşmam sayılacağı bu ölümsüz anı buraya belgelemek istedim.Keramet yoğurma kısmındaymış meğer:) onuda makina yapınca banada top top yapıp fırına yollamak kaldı.








Tarif portakal ağacından,yoğurma işlemi ekmek makinasından,afiyetle yemek benden.








Daha bir milyon planı olan ben pazartesi sabahı kös kös işe gelirken gelecek haftasonu evden adımımı atmamalıyım diye sözler verdim kendime.Sayın yetkililerden hafta sonlarının uzatılmasını talep ediyorum.


A bu arada haftanın başında aldığım en güzel haberse arkadaşımın bizimle aynı mahalleye taşınıyor olması.Yaşasın arkadaşım komşum oluyor:)


Herkse mutlu haftalar,bol aşureli günler diliyorum...







1 Aralık 2011 Perşembe

Prensesim 4 Yaşında!



Birtanecik çiçeğim;
Daha dün gibi soğuk bir Aralık günü seni alıp eve getirişimiz.Çırpı iki bacağın ortasındaki kocaman bezi bir türlü becerip değiştiremeyişimiz.Seni üşüteceğiz korkusuyla evin dört bir yanına elektrik sobaları koyup üzerine titreyişimiz.
Bir öpücükle, bir sarılmakla bastırılamayan doyurulamayan kocaman bir sevgi deliği açtın kalplerimizde.Bizi zenginleştirdin,kalbimizin bilinmeyen kuytu köşelerindeki merhamet ve sevgi pınarlarını coşturdun.
Senden sonra  uykusuz gecelere,hastalandığında baş ucunda beklemelere ,uykuya daldığında müthiş bir rahatlama hissedip bir saat sonra ne zaman uyanacak acaba diye özlemelere,minicik pirinç kırığı kadar bir dişin insanı havalara zıplatabilmesine,ilk adımlarında mucizevi birşey görüyormuşcasına şaşırmaya,ilk kelimelerini heyecanla sağda solda tekrar etmeye,sonrasında sorularınla şaşırmalara,bazen verdiğin tepkilerle gülmekten yerlere yatmalara,kısaca sana herşeyine, kızmana ağlamana,sevinmene, kıkır kıkır gülmene alıştık,sanki hayatımızda hep varmış gibi benimsedik, senden öncesi yokmuşcasına sahiplendik.


Birtanem ,hayatın uzun yokuşlarında dört koca sene bitti, inşallah daha nice yılları beraberce geçiririz.Allah seni hep iyi insanlarla karşılaştırsın, mutlu,umutlu ışıl ışıl bakan gözlerindeki pırıltılar hiç gölgelenmesin ve umutsuzluğa düşmesin.Tüm dulalarım her zaman ve daima seninle.


Seni her türlü kırık dökük annelik hallerine rağmen, dünyada kimsenin sevemeyeceği kadar çok seven annen..




*Doğum günü bugün olmasına rağmen dün kutlamamıza vesile olan başta can dostuma, sonrasında diğer dostlarıma teşekkürler. İyiki varsın ;),iyiki varsınız...





28 Kasım 2011 Pazartesi

Tivoli Hatırası



Ne kadar uzun bir ara olmuş, ne kadar hızlı yaşamışız Kasım ayını. Acılar,hüzünler,sıkıntılar derken bayramda Danimarka yolcusuyduk en son.Eş dost akraba ziyaretleriyle,zengin sofralar eşliğinde uzun yemek fasıllarıyla,biraz soğuğu, biraz kasveti ve bolcada çocuk cıvıltısıyla dolu bir bayram geçirdik.
Döndük iş,güç,okul üçgeninde mekik dokumaya başlayıp hafta sonu hop, leblebi diyarı bu sefer benim memleketim olan Çoruma geçtik. Orada da aralıksız yemek yiyip teyze,hala,amca  dolaştıktan sonra, hiç durmadan akan bir burun,sulu gözler ve hapşırıklarla süzülüp kalan prensesi anneannenin kollarına bırakıp yine işe güce başladık.
Sağolsun annem bir haftada bizim minik hapşırık kelebeğini normal şartlara getirdi ve gitti.


Yine aynı denklemin üç bilinmeyeni olarak hayatımıza devam ediyoruz.


Kısaca özet olarak geçtiğim şuncacık şeyin arasında öyle çok şey varki yazmak istediğim.

Gelmeden önceki son gece Kopenag'ın ve hatta Danimarkanın ünlü eğlence parklarından Tivoli açıldı.İskandinav ülkeleri hep aynı sanırım, baharla birlikte açılan yerler Ekim Kasım gibi bir bir kapanıyor.Legoland,BonbonLand,Bagen ve buna benzer bir sürü yer kapalıydı.Hava erken karadığı için saat 6dan sonra dışarda  birilerini görmeniz pek olası değil.Hatta marketler,büfeler,alışveriş merkezleri taş çatlasa 6:30 -7:00 de kapı duvar kapalı.Böyle sessiz,sakin,rutin ve dingin bir hayat süren Danimarkalılar bizim gibi günde beş kere gündemi değişen, her kafadan bin ses çıkan insanlara göre çok tekdüze ve hatta sıkıcı hayatlar yaşıyorlar:)Hele kışın evden işe işten eve sürekli yanan lambaların veya mumların içerisinde mutlu,sakin ama loş hatta karanlık hayatlarını sürdürüyorlar.


Sakinlik onların topraklarında biten bir bitki gibi.Herkes karşısındakini ötekileştirmeden saygıyla muamele edebiliyor.Demokrasiyi her yerde ve kişide iliklerinize kadar hissediyorsunuz.Bizden öyle farklılar ki.Acelecilik,tezcanlılık,olaylar karşısındaki sabırsız mızmızcı tutumumuz bizi hemen ayıklayıveriyor sessiz -sakin- sarışın  topluluktan.Ama napalım bizde sıcakkanlı,enerjisi yüksek kıpır kıpır Akdeniz insanlarıyız:)


Noel yaklaştığı için etraf göz alıcı süslemeler ve alışveriş telaşeleriyle cıvıldamaya başlamıştı muhtemelen şu sıralar iyice artmıştır hediye alma faslı. Tivolinin açılma sebebi de bu alışveriş için oluşan kalabalık akşamları yemek yemekiçin hafta sonlarıda çol çocuk eğlenmek için Tivoliyi dolduruyor.Aslında lunapark ve kafelerin olduğu,hediyelik eşyaların satıldığı ama süslemeleriyle çiçekleriyle ve cıvıltısıyla inanılmaz bir atmosferi olan Tivoli  yılbaşına kadar açık.
Özelliklede çocukların birbirinden güzel oyuncakları görüp bayılmaması mümkün değil.Bizimkiler hava çok soğuk olduğu ve gündüzden de uyumadıkları için pek fazla eğlenemediler ama hayranlıkta etrafa bakıp, atlıkarıncadan el sallarken çok mutlu gözüküyorlardı .
Yurtdışında anne babalar bizim kadar pimpirik ve rahatsız tipler olmadıkları için alabildiğine özgür olan çocuklar sınırlandırılmıyor,baskılanmıyor.Millet olarakta eğlenmeyi,keyifle yaşamayı önemsedikleri için gereksiz sınırlandırmaları ve kuralları olmuyor.Biz ne yazıkki  başta milli bayramlarımız olmak üzere tüm özel günleri çocuklarımıza zehir etmeyi kural bildiğimiz için bir türlü zincirlerimizi kıramıyoruz bu konuda..






Herkese keyifli bir hafta diliyorum..
Ünlü yürüyen cadde.Bizde benzeri İstiklal diyebiliriz..








Bayram boyu dolup dolup boşalan şekerlik.



Görenlerin aklını başından zıplatan yaş sınırı tanımadan insanın kendini kaybedercesine yemek istediği şekerler..
Hediyelik eşyalar ve yılbaşı süslerinin büyüleyici görüntüleriyle dolu vitrinler..




4 Kasım 2011 Cuma

Bayram

Son günlerde etraftan o kadar çok acı haber aldım ki değil ki gülmek gülümsemeye korkar oldum.Üst kat komşumuzun en küçük kızı Amerikada geçirdiği trafik kazasında vefat etmiş.Üç gündür evlerindeki acı katmerlendikçe, bizde alt katta onlarla birlikte gözyaşı döküyoruz.Küçücük bir oğlancık annesiz,gencecik bir insan eşsiz,anne-baba  evlatsız kaldılar.O kadar acı bir tablo ki, tek kelime edememek, teselli verememek, acılarını azda olsa dindirememek insanı bambaşka üzüyor.Tek yapabildiğimiz ellerini tutmak, onlarla ağlamak varlığımızı hissettirmek.


Dünya anlamsız,dünya gelip geçici..Dert edip durduğumuz şunca gereksiz şeyin yanı başında ölüm gibi kocaman bir gerçek duruveriyor.
Tüm bu acılar yaşanırken, bayram geliyor.Acıları hafifletmek,yaraları sarmak eş dost akrabayı bir araya getirmeye vesile oluyor.
Biz buralardan çook uzaklarda Danimarka da olacağız.Bizim prenses babaanne-dedesiyle ve oradaki akrabalarıyla en önemlisi de kuzeniyle hasret giderecek.


Herkese güzel haberler alacağı,huzurlu ve mutlu bayramlar diliyorum.

28 Ekim 2011 Cuma

27 Ekim 2011 Perşembe

Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın?

Pazar akşama doğru öğrendim felaketi.Yıkılan evler,kağıt gibi olmuş koca binalar,çaresiz insanlar,yıkıntıların içinde tam bir can pazarıydı ilk gördüklerim.
Acı, kocaman bir yangın, yüreğin tam orta yerinde yanan...
Acı, insanın gözlerinden bile akarken acıtan gözyaşları...
Sonra sevinç, hüzünle karışık, yaşanan mucizeler. Saatler sonra yeniden doğan Azra bebek,metanetli annesi,çekmeceden çıkan Mahir bebek ve tabii ki yüreğimizi paramparça eden Yunus ve daha niceleri.
Asaletin gerçekte ne olduğunu bize en güzel şekliyle anlatan alicenap Japon halkı,gelen yardımlar, dünyanın bir ucundan kalkıp gelen kurtarma ekipleri ve en önemlisi yine yeni yeniden ne kadar büyük bir millet olduğumuzu ayrım yapmadan,öteleyip ayırmadan nasıl birlik olduğumuz yeniden hatırlamak.
Keşke büyük bir felaket gerekmeseydi birbirimizi yeniden bağrımıza basmak için,el uzatmak için,yardım etmek için.Hala şu koca acının  ortasında, yaşanan sefaletin perişanlığın içinden düşmanlık edenler,oh olsun çekenler yok mu elbette var ama ben yinede ümidimi, yaşatmaya kararlıyım.Duyulmasa pirim verilmese sinek vızıltısı kadar hükümleri olur.Köpürtülmese,kabartılmasa cürümleri kadar yer yakarlar.Değil mi ki şu kadar insan gözyaşlarını sel gibi akıttı ekran başında,gazete başında, telefon başında yeniden ümitvar olmak için çok nedenimiz  var demektir.
Dün akşam bizim küçük hanımla eve yollanırken radyodaki haberlerle kah ağlayıp kah şükrederken ne kadar büyük bir muhasebenin ortasında olduğumu farkettim. Bir tarafta gözlerine göklerden birer yıldız inmiş, endişeli bakışlarla soğuğun, çamurun içinde  ne olmuşlardan ne olacaklardan haberi olan yavrucaklar ,bir tarafta ingilizcenin yanında fransızca öğrendiği için sevindiğim benim yavrum,bir tarafta 6 çocuğunun karnını doyurma telaşesinde, en fazla ben yaşlarda bir anne, bir tarafta akşam ne yemek yapsam pizza mı söylesek acaba diyen ben,gecenin ayazında bez çadırın içinde ısınma çabasında insanlar ,gürül gürül yanan kaloriferin yanı başında çayını kahvesini yudumlayan biz daha ne diyim say say bitmez, terazinin kefesine ne koysan diğer tarafın acısını, sefaletin bitmeyen çilesini yok etmez.
Bunun yanında elden gelenle öğün olmayacağı, taşıma suyla değirmen dönmeyeceği de bir gerçek.Tabii ki   yardımlar, programlar, toplananlar, ulaşanlar  çok güzel ve gerekli yapmamız gereken insanlığın gereği,ama en fazla bir ay sonra herşey gözümüzde normalleştiğinde aynı terkedilmişlikle başbaşa kalacaklar ne yazıkki buda başka bir gerçek.


Neyse, heryerde çok bilmiş laflar dolanıp duruken birde eklenmeyim bu kervana. 


Demem o ki gözyaşlarım bitmedi ,yürek yangını devam ediyor ama ümidimde  var, yok diyemem.
Şu dünyanın kısalığını  unutmadan kini, nefreti değilde, insanlığın güzel taraflarını biriktirebilmek tüm derdim..


24 Ekim 2011 Pazartesi

Sonbahar Senfonisi

 Isıtmayan parlak güneş,veda eden yapraklar,soğuk vurmuş güz gülleri...
Sonbahar tam bir senfoni. 
Her rengiyle,her haliyle bambaşka bir zaman...
Okumasını, görmesini, duymasını bilene yazdığı,gösterdiği,seslendiği şeyleri var.


Cuma günü fotoğraf makinemi getirip bir sürü şey çektim.Teknopark ve içinde olduğumuz kampüs tam bir renk cümbüşü, kafamı nereye çevirsem bir kaç dakika kala kalıyorum.El emeği göz nuru boyadıklarımızı,yapraklarla biraraya geldiğinde seyretmesi bile inanılmaz keyifli tablolar oluşturdu.Bakmaya doyamadık..Tüm bunları iş arkadaşlarımla yaptık.Allahtan yadırgayan çocuk gibi iki yapraktan sevinilirmiymiş diyen olmadı.

Tam bunları bugüne saklayıp paylaşırım derken deprem haberiyle kolum kanadım kırıldı.
Bugün elim hiçbirşeye varmıyor.Herkes durgun,herkes dalgın.Kimsenin eli birşeye varmıyor,hafta sonu olanı biteni anlatan yok.Sukut hakim olan,birde hüzün elbette..
Deprem tüm denklemleri alt üst ederken bir sürü insanın hayatını da darmadağın etti.

Bizim içinde tüm bu olan bitenden geriye salim kafa,duyarlı vicdanla muhasebe yapmamız için   ibretlik bir olay,felaketlerde tek yürek olan alicenap milletimiz için bir kez daha tam manada birlik olmak için fırsat oldu.

Vefat edenlere Allahtan rahmet,geride kalanlara sabır diliyorum.

Buyrun sonbahar renkleri,hüzünlü de olsa güzellikleriyle mest eden renk cümbüşü..
Kasımpatları...

Topladığım sonbahar yapraklarını,boyadığımız kozalaklarla birleştirdik,yanına hediye edilen şirin arabayı ve arkadaşın Paristen aldığı Eyfel kulesini ekleyince tam bir Paris rüyası oldu..


Taş boyayan yetenekli arkadaşlarımda bu sevimli uğur böcekleriyle, baykuşları yaptılar.

Vee hediyeleşmek güzeldir...

Yapraklar ve kozalaklar, dostumun sonbahar renkleriyle dolu evine hediye olarak gittiler,  Çokta yakıştılar..



Herkese iyi haberler alınan,umut dolu güzel bir hafta diliyorum...


19 Ekim 2011 Çarşamba

Acı


Bugün acılı aileleri kim nasıl teselli edebilir ki? Yitirilen evladın acısını ne dindirebilir,nasıl söndürülür yürekte yanan ateş?Sukut,metanet ve sabır diliyorum can-ı yürekten, tüm ailelere bu acıyı yüreğinin ta derinlerinde yaşayan herkese..

Şehitlerimizin mekanı cennet olsun,Allah rahmet eylesin..

15 Ekim 2011 Cumartesi

Anne Dostu Toplum Üzerine

Yazıyı okuduğumda hemen bende yazmalıyım dedim,dedim ama üzerinden şunca gün geçti bişiycik yazamadım.Görkeme katılıyor ve bende yazıyı üzerime alınıyorum, bir iki satır da olsa  yazarak bu meseleyi dillendirmek istiyorum.Kim bilir belki birgün insani şartlara kavuşuruz da işi için çocuğunu, çocuğu için işini bırakmak zorunda kalan annelerden eser kalmaz.
Gelelim Sorulara:


“Anne Dostu Toplum”dan ne anlıyorsunuz? Birkaç cümle ile tanımlar mısınız?


Anne adayı veya olmuş kişinin çocuğuyla birlikte  her yerde rahatça var olabilmesi için yapılan düzenlemelerin  toplum tarafından da benimsenmesiyle,hayatın anne ve çocuklar için daha yaşanabilir olmasını   anlıyorum.Sadece evinde çocuk büyüten anne kavramından alışverişe otobüsle rahatça gidebilen,bebeğine  restorantta,alışveriş merkezinde,postanede,hastanede  de rahatça süt verebilmesi için gerekli zemin oluşturulmuş,taksiye bindiğinde de bebeğini çocuk koltuğuna oturtabilen hatta bebek pusetini rahatça kullanabileceği kaldırımları olan yerlerde yaşayan anne kavramına, insanların tuhaf bakışlarıyla değil normal halleriyle geçildiği bir toplum anlıyorum.


Türk toplumunun “Anne Dostu” bir toplum olduğunu düşünüyor musunuz?


Ne yazık ki Türk toplumda anneler bırakın toplumu kendine dost bulmayı, kendilerini iyi hissedecek tek bir ortam bile bulamıyorlar.Herkes çocuk gelişimi konusunda allame olduğu için annelerin morali bozuk,psikolojileri darmadağın, hatta tırnakları yenmiş halde olmalarının tek ve yegane sebebi toplum ve geçmişten gelen öğretiler bence.Örneklendirmeye girmeyeceğim girersem çıkamam diye korkuyorum.


Toplumsal hayatta annelerin karşılaştığı en büyük üç zorluk sizce nedir?
1)Çocuk yetiştirmeye uğraşan hele helede ilk çocuğuyla bir başına kalmış annenin yaşadığı en büyük zorluk bitmeyen nasihatler,tükenmeyen eleştiriler,dinleyen tek bir kişi bile bulamayışı.Doktordan komşu kadına kadar herkesin söz söyleme hakkı olduğu bu süreçte psikolojinizi ayaktaysa ne mutlu size.
2)İkincisi çalışan annenin vicdanıyla cüzdanı arasında, ondan da öte sosyal hayatı ve kariyeriyle evladı arasına sıkışıp kalması.Evladınız için iyi bir gelecek hazrılarken maddi imkanlara ihtiyaç duyacağınız için çalışıyor, fakat onunla doya doya vakit geçiremeyince içinizde bambaşka teraziler kuruluyor.Bu sorun neredeyse ömür boyu sürüyor.
3)Üçüncüsü ise çekirdek aile olara bebeğinizi büyütüyor iseniz, anneanne babaanne gibi yakınlar uzaktaysa herhangi bir yardım yada destek almak için kreş yaşını beklemek zorunda olmanız.Bir iki saatlik bırakmalarda  yada herhangi başka bir konuda size destek verecek  bir kurum yok.Ya   bebeği heryere götürmeyi öğreneceksiniz yada evinizde dizinizi kırıp oturmaktan başka çare bulamayacaksınız.


“Anne Dostu İş Yeri” deyince aklınıza gelen ilk üç kriteri paylaşır mısınız?
1)İş vereninizin size çocuk doğuran başbelası bir eleman gibi  değilde gerçekten doğal bir süreç yaşamış her  kadın gibi, anne olmuş biri gibi davranması, hissettirmesi ve dillendirmesi.(Aksi durumlar mobbinge girmeli bence.)
2)Çocuğunuz hastalandığında zaten işinizide doğru dürüst yapamadığınızdan izin almak için binbir ter dökmek yerine yarım gün, annemizin sütü gibi helal olan iznimizi rahatça alabilmek.Ya da doktorların çocuklar hastayken annelerine izin verebilme hakları olsa bu sorun kökten hallolur.
3)Ve son olarak iş yerlerinde (herkesin kendi işyerine özel  olması gerekmez) (teknoparklar,plazalar,) kreş,süt sağma odaları vb lerinin  olması.


Çalışan annelerin yaşadığı en önemli üç sorun size göre nedir?
1)Tabii ki yavrusuyla yeterince vakit geçirememek.Mesai saatlerinin anlamsızca uzun olduğu ülkemizde part time sözleşme yapabilme olanağının sağlanamaması ve akşam yorgun argın gelen annenin yeterince ilgilenemediği çocuğuna karşı duyduğu vicdan azabı.
2)En ufak bir sorunda başta yakınlarınız olmak üzere çevreden gelen işi bırak çocuğuna bak baskıları.
3)Bir yandan iyi bir anne olmaya çabalarken, iş hayatında da kulvardan düşmemeye çalışmak kariyer planı yapmak,hobi edinip kafayı dağıtmak istemek,dağ bayır gezme hayalleri kurmak.Tüm bunların arasında sıkışıp kalmak.
Elinize bir sihirli değnek verilse, iş ya da günlük hayatınızda yaşadığınız hangi sorunu/engeli değiştirmek isterdiniz?
Mesai engelimi aşıp part time hale getirirdim öncelikle.Madem sihirliymiş maaş kısmınıda biraz köpürtürdüm.İzinler, tatiller kısmınıda esnettik mi bence tamamdır.Benim için ideal bir iş hayatı haline gelirdi.Günde 5 saat çalıştığım hafta içi 1, hafta sonu full tatil yaptığım, yıllık izniminde en az 3 ay olduğu bir durum, bana bundan iyisi Şamda kayısı durumlarını çağrıştırıyor.(öğretmenlik biraz bu tanıma uydu gibi:))



















7 Ekim 2011 Cuma

Sezonu Açtık

Hala ılık güneşin tatlı sıcaklığını duyuyorum,karamsar bulutlar,kasvetli akşamlar başlamadı ama hastalıklar sezonu açıldı ne yazık ki :(
Geçen hafta sinyallerini vermeye başlamıştı ufak tefek ses değişiklikleriyle ama bu hafta bizim prenses mikroplara direk yenik düştü.
Kreşe gidemedi,yemek yiyemedi,ufaldı,halsizlik ve keyifsizlikle dolandı durdu..
İşte bu yüzden sevmiyorum ben bu geçiş mevsimlerini.Hastalıkları uyandırıp büyük küçük herkesleri yatağa döktüğü, tüm neşeli bakışları,hoplamaları zıplamaları, balkon keyiflerini sere serpe yatmaları alıp götürdüğü için üzülüyorum yazın bittiğine.
Hele birde saatler geri alınıp günler bir lokmacık kalınca iyice kararıyo hayallerim..
Neyse hafta sonu öncesinde  yeterince kararttım gününüzü.Herkese sağlıklı,neşeli ve olabildiği kadar bol güneşli bir hafta sonu diliyorum...



3 Ekim 2011 Pazartesi

Dut Ağacı..

Ilık, tatlı  Eylüle veda ederken, usulca ürperten rüzgarı ,yavaştan sararıp kızıllaşan yaprakları ve biraz daha katmerlenen hüznüyle sonbaharın başka bir incisi Ekime merhaba dedik.
Penceremden gözüken  gölün üzerinde pırıldayan güneş ışıklarını seyre daldığımda, nedendir bilmem,
Eylülün son günlerine dair aklımda dalgalanan hatıralarım arasında çocukluğumdan kalan bir kaç kare gözümde canlandı..
Kaynak


Anneannemin mütevazi bahçesinde, yemekleri asmanın altındaki tahta masada yerdik.Masanın etrafına dizilmiş teyzeler,enişteler,çocuklar ve tabii ki baş köşedeki dedem ve annennemle  cıvıl cıvıl kahvaltılar yaparken, başımı kaldırıp o zamanlar bana çok yüksek gelen asma yapraklarına takılırdı gözlerim.Aralarından sızan güneş ışıkları, tıpkı şimdi gölün üzerinde gördüklerim gibi bir yanar bir söner arada kaybolur, tatlı- ışıklı bir gölge yapardı masada.Gözlerimi kırpıştırır uzun uzun bakmak isterdim yapraklarla dans eden güneşe.


Kaynak




  O masanın etrafında yediğim yemeklerin lezzetini ömrüm boyunca unutamam. Büyük,kalabalık ailelerin güzellikleri paylaşıp bir pınar gibi  akıttılarına, orada şahit oldum.Gönül zenginliğinin para zenginliğine bin bastığını, bir tencere çorbanın o kadar insana afiyetle yettiğini, sakınılmadan verilen herşeyin yerine binbir türlü başka şeyin  dolu dolu dolduğunu bizzat yaşadım.


 Bahçenin emektarı,adeta antikası ulu bir dut ağacı vardı.Dallarına salıncak kurduğumuz,  gölgesinde çamurdan sanat eserleri yaptığımız ,altına sorfa örtüsü serip silkelenen dutları afiyetle yediğimiz,şilepesi çekilmez sineği hiç bitmez duruma gelmesin diye her daim temiz tutulmaya çalışılan,  sadece bizim ailenin çocuklarını değil tüm mahalleyi gönülleyen, herkesin evine ikram olarak gönderilen gönlü bol,gülümsemesi bol,pamuk anneannemin tükenmeyen hazinesi gibiydi emektar dut ağacı..
Kaynak




Şimdi prensesi anı toplama çabasıyla, bir başımıza bu canavardan bozma metropolde bin türlü tuzaktan kurtulmaya çalışarak erdemli,hürmetli, kıymet bilir, farkındalığı yüksek, büyütmeye çalışırken; anneannesiyle yaptığı kısa tatilin uzuuun uzuuuun hikayelerini bize anlata anlata bitiremezken benim yıllarca anneannemin bahçesinde ne çok anımın birikmiş olduğunu ve  ne çok güzel günün geçmiş olduğumu  özlemle anıyorum..


İhtiyarlıktan, yaşlılıktan bahis açılmıştı geçenlerde.Düşündümde ne kadar da muhtacız pamuk ninelere,tatlı dilli dedelere.Ellerinden, yüzlerinden doya doya öpsek,isteklerini arzularını seve isteye yapsak, basit küçücük mutluluklarla kocaman dualar,pırıl pırıl yanan sönen bakışlar görsek, yüreğimizi yumuşatmaya duygularımızı coşturmaya yeter de artar bile..


Bundan 17 sene evvel 27 Eylül günü anneannemi sonsuzluğa uğurladık.O zamanların toy hali ve hatta çocukluğuyla  hüzünlendim,ağladım ilk defa bu kadar yakınımda olan birini o kadar uzağa göndermenin ne demek olduğunu hissettim.Şimdinin olgunluğu ve yaşanmışlığıyla ise sadece anneannemi değil aslında ne kadar büyük bir hazineyi kaybettiğimi çok daha iyi anlıyorum..


Etrafınızdaki miniklere çok iyi bakın, onlar zaten gözbebeklerimiz, onları sevmek, öpmek, okşamak oynamak bambaşka bir keyif ama en az onlar kadar, eğer varsa şayet, yaşlılarınıza da iyi bakın..


Sonbahar yaprakları gibi dökülüp gitmeden evvel, ellerinden tutun,gözlerine bakın, bağrınıza basın. Dua hazinelerinizi kaybetmeden evvel, pamuklara sarıp sarmalayın, gözünüzden sakının...

26 Eylül 2011 Pazartesi

Turşu Yapıyoruz..

Hayatımda hiç turşu yapmadım,reçelde kaynatmadım, hatta doğru dürüst hamur bile açmadım.Yeni nesil anneler dantel örmekten,dikiş dikmekten,terlik torbaları ellerinde, örgüleri ,dantelleri çantalarında gezmekten,evlerinde her daim kavanoz kavanoz kurabiye bulundurmaktan,sana geliyorum diyen ani bir telefon almaktan fersah fersah uzak yaşıyorlar.
Uzuun ve yorucu bir eğitim dönemi geçirip, bir dönem ha bire test çözen,sınavdan sınava giren,üniversiteden sonra özel sektör mü devlet mi muhasebesi yapan,çola çocuğa karışınca bakıcı -kreş denklemi arasında sıkışan ,işle beraber   çocuk yetiştirmeye başlayınca kaliteli zaman kavramını geliştiren,  birbirine çaya-güne gidemediği için iki lafın belini iş arkadaşlarıyla kıran onlarda yetmeyince içini bloglara döken anneleriz.(Ya da en azından ben öyleyim)

Bugün kreşte turşu kurulacakmış.Dün binbir söylenmeyle evden uzaklaştırdığım turşu kavanozlarını yad ederek gidip küçük boy bir turşu kavanozu aldım.Minik kornişon salatalıkları,biraz havuç ve yeşil domatesi bir koca dişte sarımsağı da ekleyip okula gönderdim.Bunlarıda öğretmen bir notta yazdığı için aldım yoksa hayatımda turşuluk alışverişine bile çıkmışlığım yoktu.Bakalım gün sonunda neler yaptıkları çıkacak ortaya.Miniciğimden turşu yapmayı öğreneceğim.Bu günleride görecekmişim demek..

Bazen diyorum bu kadar ders çalışacağıma biraz da dikiş, nakış öğrenseydim keşke.Böyle hobisiz elinden hiç bir iş gelmeyen bir anne değilde multi fonksiyon bişiy olurdum herhalde...

19 Eylül 2011 Pazartesi

Küçücük Şeyler Yaptım, Kocaman Mutlu oldum

Kağıt kürek işine pek bi sardım bu aralar, keşke daha çok vakit ayırabilsemde daha bir çok şey yapsam.Hem bizimkiyle vakit geçirmek çok daha eğlenceli oluyor; çok önemli bir şey üretiyormuşuz havasında anne bende şurasını yapayım, anne bende yapıştırayım falan gibi türlü tekliflerle kaşlarını çata çata kesip biçiyor, hemde ortaya çıkan şey çok basit bile olsa insanın gözünde bir güzelleşiyor bir güzelleşiyor sanırsın elmastan yakuttan bir vazo yaptım.

Geçen hafta içi bir akşam,  yeni evlenmiş bir arkadaşıma gittik.Onlara kalpli nazar boncuklu bişiy yapalım istedik.Pek tabii ki ilham kaynağım, sıkıcı takipçisi olduğum sevgili  CafeNohut :) Biz çok sevdik umarım arkadaşımda beğenmiştir, bir kenara iliştirip gördükçe bizi hatırlar sıkılınca atar :)


Bu hafta sonu da üniversiteden bir grup arkadaşla piknik yapalım istedik.Mezun olduğumuzdan beri görüşüyoruz, şimdi hepimizin çolu çocuğu oldu pek bir kalabalık ele avuca gelmez bir sayıya ulaştık.Organizasyonu yapmak bir hayli zor olsada,piknik yerinde bir dernek (piknik yerinde derneğe davullu halaylı toplantı yapmalarına izin verenleri de anlayabilene aşkolsun bu arada ) davulla halayla kafamızı şişirsede, biraraya gelebilmekten pek bir keyif aldık.Çocuklar doyasıya koşup oynadılar, hatta benimkini bi ara çimenlerden yemek yapıp afiyetle ağzına doldururken  görenler olmuş.Diğer çocuklarada ikram ediyormuş, sanırım herkes bir parça çimen yedi sayesinde.
İkramları paylaşmıştık bana kek yapmak düştü, kekler,muffinler  pişerken, kürdanlara kelebek yapıştıralım dedik ortaya aşağıdaki gibi birşey çıktı.Muffinlerin değil kelebekleri, kendilerinin bile fotoğrafları yok ne zaman bittiler anlayamadım:)Fotoğraflar alel alece çekilmekle çekilememek arasında olduğu için çok başarılı değil ama verdikleri mutluluk boylarından da basitliklerinden büyük..

Herkese keyifli bir hafta diliyorum...



13 Eylül 2011 Salı

Neden?

Kaynak
Neden bu kadar çok iletişim halinde olup bir küçücük buluşmayı ayarlayamıyoruz?
Neden kazancımız çoğaldıkça ihtiyaçlarımızda çoğalıp  daha çok para kazanmaya çabalıyoruz?
Neden evlerimiz güzelleştikçe misafirlerimiz azalıyor?
Neden yediklerimiz çeşitlendikçe ve çoğaldıkça ağzımızın tadı azalıyor?
Neden çocuklarımızın her şeyleri varken mutlu olmaları bu kadar zor?
Neden işlerimizi kolaylaştıran bu kadar alet, makina ve teknoloji  varken zamanımız bu kadar az?
Neden bir sürü çer çöp bilgiyi bilmemize rağmen, sadece bir konuda bile ustalık derecesinde bilgimiz yok?
Neden farklı ve aykırı olana ilgi duyarken standart ve alışılagelmişliklerin peşinden koşuyoruz?
Neden hayallerimiz bile herkesle aynı?
Neden bir taraftan fazlalıklardan kurtulmaya çalışırken bir taraftan da deli gibi alma isteğiyle yanıp tutuşuyoruz?

12 Eylül 2011 Pazartesi

Güz Temizliği ve Hoşgeldin Sonbahar

      İyice boşladım buraları,bir iki blog okumakla bir kaç yorum yapmakla idare ediyorum.
Sonbahar bütün ihtişamıyla geldi. Ben sonbaharın ılıktan çok sıcağa yakın geçenlerini, havanın puslanmadan sadece nemsiz ve berrak olup bunaltıcı sıcaklarını geri çekenlerini seviyorum.Sarı kızıl yapraklarsa tam bir senfoni..Kelimelerin yeteceği yok anlatmaya..
      Gerçi beni hüzünlerden hüzünlere gönderiyor bu solgun güneş, dökülen yapraklar ama bu muhteşem sanat ve güzellik karşısında insanın dilinin tutulmaması mümkün değil.
      Gelelim bana..Bu sıra eve sarmış durumdayım.Hayatta en nefret ettiğim şey gereksiz eşyanın evde barınması. Başta kullanmadığım kıyafetler olmak üzere evdeki herhangi bir eşya artık benim gözümde tedavülden kalktıysa, kullanılacak gibiyse ihtiyaç sahibine, kullanılmayacak kadar kötü durumdaysa çöpe gitmeli.Biriktirmekten, evi gereksiz luzümsuz eşyalarla doldurmaktan hep kaçınmışımdır.İnternetten ikinci el satış bu tip eşyaları evden göndermenin başka bir yolu.Bir kaç satış bir kaç hibe ile  evi baya rahatlattım.Herkeslere tavsiye ederim ne kadar az eşya o kadar az yorgunluk.Eşyaların ayıklanması, dolap içlerinin dökülüp yeniden  yerleştirilmesi,atılacakların büyük bir keyifle atılması, ortalığın sakinleşip tenhalaşması beni  günlerdir uğraştırıyor ama bir o kadar da mutlu ediyor.Gerçi daha yapmak istediğim ve kafamda  binbir plan dolanıp duruyolar ama  henüz herhangi bir girişimde bulunmuşluğum, önemli  bir değişiklik yapmışlığım yok.

Bu telaşelerin arasında tekrar düzenli kreş günlerinin başlaması,hazırlıklar, öğretmen değişikliği, eğitim faaliyetleri ise hayatımızın ufak dalgalanmaları olarak  yerini aldı..
Sen ne zaman büyüdün be prenses bir taraftan heyecanlanıyor diğer taraftan da telaşa kapılıyorum elimden kayıp giden yılların hesabını yapınca..

 Bizimki simitle dalış denemeleri yaparken.Unutulmaz tekne gezintisinden kalan gülümseten kareler..
 

6 Eylül 2011 Salı

İlk Mim Tecrübesi



Kaynak
         Blog dünyasında daha çaylaklar sınıfındayım.İlkleri yaşamanın acemiliğile ilk mimi sevgili Görkemden aldım en vefalı olmak sıfatıyla.Görkeme teşekkürlerimi ve sevgilerimi gönderip  kendi minik listemi buradan paylaşmak istiyorum, zira usul yöntem böyleymiş işin ehiller öyle diyor.
         Liste gayet mütevazi.Bloggerlar arasında iddiasız,sessiz sedasız dururken mimlenince gözüne fener tutulmuş tavşana döndüğüm için çok fazla kimsecikleri yazamadım.Bu vesileyle buraya gelen, uğrayan bir selam veren,yada sessizce bir gözatıp  terk eden herkeslere en kalbi mimlerimi gönderiyorum.Şu koca dünyada sesine ses veren birilerinin olduğunu bilmek apayrı bir keyif veriyor.


Neyse çok uzatmadan listeme geçiyorum Buyrun efendim.:
En Keyifle okunan blogger:Rüzgarlı günler ve geceler,Deli AnneNeşeli Haller
En çok eğlendiren blogger: Sitare
En iyi tasarıma ve görsellere sahip blogger:CafeNohut
En hamile blogger: acai_berry
En vefalı Blogger:Abide,Nilhan - Küçük Mucizem,Bahar ve kızısı Yağmurdaade ,Neşeli Günler ve tabii ki Deli Anne