28 Ekim 2011 Cuma

27 Ekim 2011 Perşembe

Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın?

Pazar akşama doğru öğrendim felaketi.Yıkılan evler,kağıt gibi olmuş koca binalar,çaresiz insanlar,yıkıntıların içinde tam bir can pazarıydı ilk gördüklerim.
Acı, kocaman bir yangın, yüreğin tam orta yerinde yanan...
Acı, insanın gözlerinden bile akarken acıtan gözyaşları...
Sonra sevinç, hüzünle karışık, yaşanan mucizeler. Saatler sonra yeniden doğan Azra bebek,metanetli annesi,çekmeceden çıkan Mahir bebek ve tabii ki yüreğimizi paramparça eden Yunus ve daha niceleri.
Asaletin gerçekte ne olduğunu bize en güzel şekliyle anlatan alicenap Japon halkı,gelen yardımlar, dünyanın bir ucundan kalkıp gelen kurtarma ekipleri ve en önemlisi yine yeni yeniden ne kadar büyük bir millet olduğumuzu ayrım yapmadan,öteleyip ayırmadan nasıl birlik olduğumuz yeniden hatırlamak.
Keşke büyük bir felaket gerekmeseydi birbirimizi yeniden bağrımıza basmak için,el uzatmak için,yardım etmek için.Hala şu koca acının  ortasında, yaşanan sefaletin perişanlığın içinden düşmanlık edenler,oh olsun çekenler yok mu elbette var ama ben yinede ümidimi, yaşatmaya kararlıyım.Duyulmasa pirim verilmese sinek vızıltısı kadar hükümleri olur.Köpürtülmese,kabartılmasa cürümleri kadar yer yakarlar.Değil mi ki şu kadar insan gözyaşlarını sel gibi akıttı ekran başında,gazete başında, telefon başında yeniden ümitvar olmak için çok nedenimiz  var demektir.
Dün akşam bizim küçük hanımla eve yollanırken radyodaki haberlerle kah ağlayıp kah şükrederken ne kadar büyük bir muhasebenin ortasında olduğumu farkettim. Bir tarafta gözlerine göklerden birer yıldız inmiş, endişeli bakışlarla soğuğun, çamurun içinde  ne olmuşlardan ne olacaklardan haberi olan yavrucaklar ,bir tarafta ingilizcenin yanında fransızca öğrendiği için sevindiğim benim yavrum,bir tarafta 6 çocuğunun karnını doyurma telaşesinde, en fazla ben yaşlarda bir anne, bir tarafta akşam ne yemek yapsam pizza mı söylesek acaba diyen ben,gecenin ayazında bez çadırın içinde ısınma çabasında insanlar ,gürül gürül yanan kaloriferin yanı başında çayını kahvesini yudumlayan biz daha ne diyim say say bitmez, terazinin kefesine ne koysan diğer tarafın acısını, sefaletin bitmeyen çilesini yok etmez.
Bunun yanında elden gelenle öğün olmayacağı, taşıma suyla değirmen dönmeyeceği de bir gerçek.Tabii ki   yardımlar, programlar, toplananlar, ulaşanlar  çok güzel ve gerekli yapmamız gereken insanlığın gereği,ama en fazla bir ay sonra herşey gözümüzde normalleştiğinde aynı terkedilmişlikle başbaşa kalacaklar ne yazıkki buda başka bir gerçek.


Neyse, heryerde çok bilmiş laflar dolanıp duruken birde eklenmeyim bu kervana. 


Demem o ki gözyaşlarım bitmedi ,yürek yangını devam ediyor ama ümidimde  var, yok diyemem.
Şu dünyanın kısalığını  unutmadan kini, nefreti değilde, insanlığın güzel taraflarını biriktirebilmek tüm derdim..


24 Ekim 2011 Pazartesi

Sonbahar Senfonisi

 Isıtmayan parlak güneş,veda eden yapraklar,soğuk vurmuş güz gülleri...
Sonbahar tam bir senfoni. 
Her rengiyle,her haliyle bambaşka bir zaman...
Okumasını, görmesini, duymasını bilene yazdığı,gösterdiği,seslendiği şeyleri var.


Cuma günü fotoğraf makinemi getirip bir sürü şey çektim.Teknopark ve içinde olduğumuz kampüs tam bir renk cümbüşü, kafamı nereye çevirsem bir kaç dakika kala kalıyorum.El emeği göz nuru boyadıklarımızı,yapraklarla biraraya geldiğinde seyretmesi bile inanılmaz keyifli tablolar oluşturdu.Bakmaya doyamadık..Tüm bunları iş arkadaşlarımla yaptık.Allahtan yadırgayan çocuk gibi iki yapraktan sevinilirmiymiş diyen olmadı.

Tam bunları bugüne saklayıp paylaşırım derken deprem haberiyle kolum kanadım kırıldı.
Bugün elim hiçbirşeye varmıyor.Herkes durgun,herkes dalgın.Kimsenin eli birşeye varmıyor,hafta sonu olanı biteni anlatan yok.Sukut hakim olan,birde hüzün elbette..
Deprem tüm denklemleri alt üst ederken bir sürü insanın hayatını da darmadağın etti.

Bizim içinde tüm bu olan bitenden geriye salim kafa,duyarlı vicdanla muhasebe yapmamız için   ibretlik bir olay,felaketlerde tek yürek olan alicenap milletimiz için bir kez daha tam manada birlik olmak için fırsat oldu.

Vefat edenlere Allahtan rahmet,geride kalanlara sabır diliyorum.

Buyrun sonbahar renkleri,hüzünlü de olsa güzellikleriyle mest eden renk cümbüşü..
Kasımpatları...

Topladığım sonbahar yapraklarını,boyadığımız kozalaklarla birleştirdik,yanına hediye edilen şirin arabayı ve arkadaşın Paristen aldığı Eyfel kulesini ekleyince tam bir Paris rüyası oldu..


Taş boyayan yetenekli arkadaşlarımda bu sevimli uğur böcekleriyle, baykuşları yaptılar.

Vee hediyeleşmek güzeldir...

Yapraklar ve kozalaklar, dostumun sonbahar renkleriyle dolu evine hediye olarak gittiler,  Çokta yakıştılar..



Herkese iyi haberler alınan,umut dolu güzel bir hafta diliyorum...


19 Ekim 2011 Çarşamba

Acı


Bugün acılı aileleri kim nasıl teselli edebilir ki? Yitirilen evladın acısını ne dindirebilir,nasıl söndürülür yürekte yanan ateş?Sukut,metanet ve sabır diliyorum can-ı yürekten, tüm ailelere bu acıyı yüreğinin ta derinlerinde yaşayan herkese..

Şehitlerimizin mekanı cennet olsun,Allah rahmet eylesin..

15 Ekim 2011 Cumartesi

Anne Dostu Toplum Üzerine

Yazıyı okuduğumda hemen bende yazmalıyım dedim,dedim ama üzerinden şunca gün geçti bişiycik yazamadım.Görkeme katılıyor ve bende yazıyı üzerime alınıyorum, bir iki satır da olsa  yazarak bu meseleyi dillendirmek istiyorum.Kim bilir belki birgün insani şartlara kavuşuruz da işi için çocuğunu, çocuğu için işini bırakmak zorunda kalan annelerden eser kalmaz.
Gelelim Sorulara:


“Anne Dostu Toplum”dan ne anlıyorsunuz? Birkaç cümle ile tanımlar mısınız?


Anne adayı veya olmuş kişinin çocuğuyla birlikte  her yerde rahatça var olabilmesi için yapılan düzenlemelerin  toplum tarafından da benimsenmesiyle,hayatın anne ve çocuklar için daha yaşanabilir olmasını   anlıyorum.Sadece evinde çocuk büyüten anne kavramından alışverişe otobüsle rahatça gidebilen,bebeğine  restorantta,alışveriş merkezinde,postanede,hastanede  de rahatça süt verebilmesi için gerekli zemin oluşturulmuş,taksiye bindiğinde de bebeğini çocuk koltuğuna oturtabilen hatta bebek pusetini rahatça kullanabileceği kaldırımları olan yerlerde yaşayan anne kavramına, insanların tuhaf bakışlarıyla değil normal halleriyle geçildiği bir toplum anlıyorum.


Türk toplumunun “Anne Dostu” bir toplum olduğunu düşünüyor musunuz?


Ne yazık ki Türk toplumda anneler bırakın toplumu kendine dost bulmayı, kendilerini iyi hissedecek tek bir ortam bile bulamıyorlar.Herkes çocuk gelişimi konusunda allame olduğu için annelerin morali bozuk,psikolojileri darmadağın, hatta tırnakları yenmiş halde olmalarının tek ve yegane sebebi toplum ve geçmişten gelen öğretiler bence.Örneklendirmeye girmeyeceğim girersem çıkamam diye korkuyorum.


Toplumsal hayatta annelerin karşılaştığı en büyük üç zorluk sizce nedir?
1)Çocuk yetiştirmeye uğraşan hele helede ilk çocuğuyla bir başına kalmış annenin yaşadığı en büyük zorluk bitmeyen nasihatler,tükenmeyen eleştiriler,dinleyen tek bir kişi bile bulamayışı.Doktordan komşu kadına kadar herkesin söz söyleme hakkı olduğu bu süreçte psikolojinizi ayaktaysa ne mutlu size.
2)İkincisi çalışan annenin vicdanıyla cüzdanı arasında, ondan da öte sosyal hayatı ve kariyeriyle evladı arasına sıkışıp kalması.Evladınız için iyi bir gelecek hazrılarken maddi imkanlara ihtiyaç duyacağınız için çalışıyor, fakat onunla doya doya vakit geçiremeyince içinizde bambaşka teraziler kuruluyor.Bu sorun neredeyse ömür boyu sürüyor.
3)Üçüncüsü ise çekirdek aile olara bebeğinizi büyütüyor iseniz, anneanne babaanne gibi yakınlar uzaktaysa herhangi bir yardım yada destek almak için kreş yaşını beklemek zorunda olmanız.Bir iki saatlik bırakmalarda  yada herhangi başka bir konuda size destek verecek  bir kurum yok.Ya   bebeği heryere götürmeyi öğreneceksiniz yada evinizde dizinizi kırıp oturmaktan başka çare bulamayacaksınız.


“Anne Dostu İş Yeri” deyince aklınıza gelen ilk üç kriteri paylaşır mısınız?
1)İş vereninizin size çocuk doğuran başbelası bir eleman gibi  değilde gerçekten doğal bir süreç yaşamış her  kadın gibi, anne olmuş biri gibi davranması, hissettirmesi ve dillendirmesi.(Aksi durumlar mobbinge girmeli bence.)
2)Çocuğunuz hastalandığında zaten işinizide doğru dürüst yapamadığınızdan izin almak için binbir ter dökmek yerine yarım gün, annemizin sütü gibi helal olan iznimizi rahatça alabilmek.Ya da doktorların çocuklar hastayken annelerine izin verebilme hakları olsa bu sorun kökten hallolur.
3)Ve son olarak iş yerlerinde (herkesin kendi işyerine özel  olması gerekmez) (teknoparklar,plazalar,) kreş,süt sağma odaları vb lerinin  olması.


Çalışan annelerin yaşadığı en önemli üç sorun size göre nedir?
1)Tabii ki yavrusuyla yeterince vakit geçirememek.Mesai saatlerinin anlamsızca uzun olduğu ülkemizde part time sözleşme yapabilme olanağının sağlanamaması ve akşam yorgun argın gelen annenin yeterince ilgilenemediği çocuğuna karşı duyduğu vicdan azabı.
2)En ufak bir sorunda başta yakınlarınız olmak üzere çevreden gelen işi bırak çocuğuna bak baskıları.
3)Bir yandan iyi bir anne olmaya çabalarken, iş hayatında da kulvardan düşmemeye çalışmak kariyer planı yapmak,hobi edinip kafayı dağıtmak istemek,dağ bayır gezme hayalleri kurmak.Tüm bunların arasında sıkışıp kalmak.
Elinize bir sihirli değnek verilse, iş ya da günlük hayatınızda yaşadığınız hangi sorunu/engeli değiştirmek isterdiniz?
Mesai engelimi aşıp part time hale getirirdim öncelikle.Madem sihirliymiş maaş kısmınıda biraz köpürtürdüm.İzinler, tatiller kısmınıda esnettik mi bence tamamdır.Benim için ideal bir iş hayatı haline gelirdi.Günde 5 saat çalıştığım hafta içi 1, hafta sonu full tatil yaptığım, yıllık izniminde en az 3 ay olduğu bir durum, bana bundan iyisi Şamda kayısı durumlarını çağrıştırıyor.(öğretmenlik biraz bu tanıma uydu gibi:))



















7 Ekim 2011 Cuma

Sezonu Açtık

Hala ılık güneşin tatlı sıcaklığını duyuyorum,karamsar bulutlar,kasvetli akşamlar başlamadı ama hastalıklar sezonu açıldı ne yazık ki :(
Geçen hafta sinyallerini vermeye başlamıştı ufak tefek ses değişiklikleriyle ama bu hafta bizim prenses mikroplara direk yenik düştü.
Kreşe gidemedi,yemek yiyemedi,ufaldı,halsizlik ve keyifsizlikle dolandı durdu..
İşte bu yüzden sevmiyorum ben bu geçiş mevsimlerini.Hastalıkları uyandırıp büyük küçük herkesleri yatağa döktüğü, tüm neşeli bakışları,hoplamaları zıplamaları, balkon keyiflerini sere serpe yatmaları alıp götürdüğü için üzülüyorum yazın bittiğine.
Hele birde saatler geri alınıp günler bir lokmacık kalınca iyice kararıyo hayallerim..
Neyse hafta sonu öncesinde  yeterince kararttım gününüzü.Herkese sağlıklı,neşeli ve olabildiği kadar bol güneşli bir hafta sonu diliyorum...



3 Ekim 2011 Pazartesi

Dut Ağacı..

Ilık, tatlı  Eylüle veda ederken, usulca ürperten rüzgarı ,yavaştan sararıp kızıllaşan yaprakları ve biraz daha katmerlenen hüznüyle sonbaharın başka bir incisi Ekime merhaba dedik.
Penceremden gözüken  gölün üzerinde pırıldayan güneş ışıklarını seyre daldığımda, nedendir bilmem,
Eylülün son günlerine dair aklımda dalgalanan hatıralarım arasında çocukluğumdan kalan bir kaç kare gözümde canlandı..
Kaynak


Anneannemin mütevazi bahçesinde, yemekleri asmanın altındaki tahta masada yerdik.Masanın etrafına dizilmiş teyzeler,enişteler,çocuklar ve tabii ki baş köşedeki dedem ve annennemle  cıvıl cıvıl kahvaltılar yaparken, başımı kaldırıp o zamanlar bana çok yüksek gelen asma yapraklarına takılırdı gözlerim.Aralarından sızan güneş ışıkları, tıpkı şimdi gölün üzerinde gördüklerim gibi bir yanar bir söner arada kaybolur, tatlı- ışıklı bir gölge yapardı masada.Gözlerimi kırpıştırır uzun uzun bakmak isterdim yapraklarla dans eden güneşe.


Kaynak




  O masanın etrafında yediğim yemeklerin lezzetini ömrüm boyunca unutamam. Büyük,kalabalık ailelerin güzellikleri paylaşıp bir pınar gibi  akıttılarına, orada şahit oldum.Gönül zenginliğinin para zenginliğine bin bastığını, bir tencere çorbanın o kadar insana afiyetle yettiğini, sakınılmadan verilen herşeyin yerine binbir türlü başka şeyin  dolu dolu dolduğunu bizzat yaşadım.


 Bahçenin emektarı,adeta antikası ulu bir dut ağacı vardı.Dallarına salıncak kurduğumuz,  gölgesinde çamurdan sanat eserleri yaptığımız ,altına sorfa örtüsü serip silkelenen dutları afiyetle yediğimiz,şilepesi çekilmez sineği hiç bitmez duruma gelmesin diye her daim temiz tutulmaya çalışılan,  sadece bizim ailenin çocuklarını değil tüm mahalleyi gönülleyen, herkesin evine ikram olarak gönderilen gönlü bol,gülümsemesi bol,pamuk anneannemin tükenmeyen hazinesi gibiydi emektar dut ağacı..
Kaynak




Şimdi prensesi anı toplama çabasıyla, bir başımıza bu canavardan bozma metropolde bin türlü tuzaktan kurtulmaya çalışarak erdemli,hürmetli, kıymet bilir, farkındalığı yüksek, büyütmeye çalışırken; anneannesiyle yaptığı kısa tatilin uzuuun uzuuuun hikayelerini bize anlata anlata bitiremezken benim yıllarca anneannemin bahçesinde ne çok anımın birikmiş olduğunu ve  ne çok güzel günün geçmiş olduğumu  özlemle anıyorum..


İhtiyarlıktan, yaşlılıktan bahis açılmıştı geçenlerde.Düşündümde ne kadar da muhtacız pamuk ninelere,tatlı dilli dedelere.Ellerinden, yüzlerinden doya doya öpsek,isteklerini arzularını seve isteye yapsak, basit küçücük mutluluklarla kocaman dualar,pırıl pırıl yanan sönen bakışlar görsek, yüreğimizi yumuşatmaya duygularımızı coşturmaya yeter de artar bile..


Bundan 17 sene evvel 27 Eylül günü anneannemi sonsuzluğa uğurladık.O zamanların toy hali ve hatta çocukluğuyla  hüzünlendim,ağladım ilk defa bu kadar yakınımda olan birini o kadar uzağa göndermenin ne demek olduğunu hissettim.Şimdinin olgunluğu ve yaşanmışlığıyla ise sadece anneannemi değil aslında ne kadar büyük bir hazineyi kaybettiğimi çok daha iyi anlıyorum..


Etrafınızdaki miniklere çok iyi bakın, onlar zaten gözbebeklerimiz, onları sevmek, öpmek, okşamak oynamak bambaşka bir keyif ama en az onlar kadar, eğer varsa şayet, yaşlılarınıza da iyi bakın..


Sonbahar yaprakları gibi dökülüp gitmeden evvel, ellerinden tutun,gözlerine bakın, bağrınıza basın. Dua hazinelerinizi kaybetmeden evvel, pamuklara sarıp sarmalayın, gözünüzden sakının...