27 Haziran 2011 Pazartesi

Pişmanlık Senfonisi

Prensesimi geçen sene eylül ayında kreşe başlattık.Daha doğrusu başlatmak zorunda kaldık.Bakıcımız bizi aniden bırakmak isteyince benimde sinirlerim daha fazla dayanamadı ve işi oracıkta bitirdim.3 yaşını bitirmesine 3 ay kala miniğimiz kreşte buldu kendini.Gerçi başlarda sınıfta sadece 3 kişi olmaları ve gerçekten güvendiğim bir yere bırakmam içimi rahatlatsa da içimde bitmek tükenmek bilmeyen vicdan azaplarını anlatmama imkan yok.Şimdi bir yılımız bitti miniğim bir yıl daha büyüdü,bir sürü güzel şey öğrendi.Çok şükür hiç bir zamanda mutsuz,ağıt- figan gitmedi okula.Ama benim içimdeki git gellerde en ufak bir değişme olmadı.
Hala işi bırakıp evde oturmakla,prensesimle tüm vaktimi geçirmekle, işime devam etmek arasında gelip gidiyorum.İkisininde kendine göre artıları var ama benim için; beni hayatta tutan ,heredeyse tüm sosyal hayatımı oluşturan işimden vageçmem çok zor gibi görünüyor.Birde hafta sonunun sonlarına doğru gerilen sinirlerim patlama noktasına gelince ve hatta patlayınca  pazartesi koşa koşa geliyorum işime.
Neden böyle olduğu konusunda da kendimi yiyip bitiriyorum.Hafta sonları çok yoruluyorum.Tüm haftanın biriken işleri,çamaşır,ütü çekmece düzenlemeleri neredeyse tüm vaktimi alırken birde nefret ettiğim yemek muhabbeti olunca her öğün vakti, cinnet geçirmeme yetecek sebep toplanmış oluyor.
Bu sıra birde alta kaçırma sorunumuz var bilmem neden başladı, okuldaki minikleri tuvalete alıştırmaya çalışırlarken benimkide tekrar başa sardı, uykuda altına kaçırmaya başladı.Doktorlara, bilenlere gün içindeki durumuna dikkatle baktığımızda herhangi bir fizyolojik veya psikolojik  birşey bulamadık ama illaki bir sebebide olmalıydı.Aksi gibi serin giden havalardan ötürü şıp diye kuruyan çamaşırlarda hemen kurumayınca benim sinir katsayım tavan yapmaya hazır beklediği için, başımdan alevlerin çıkması zor olmadı.
Kendimi inanılmaz bir şekilde yorgun hissediyorum sanırım ufak bir ara vermenin, belki bir hafta sonu bile olsa hiç birşey yapmadan iki  gün geçirmenin zamanı geldi.
Tüm bunların yanında esas kızdığım kişi,   ne yazıkki kalbini kırdığım miniğim için şimdide vicdan azabından kıvrandığımdan kendime de hem kızgın hem öfkeliyim, babamız...Bitmek tükenmek bilmeyen master dönemi bitmesine rağmen   hayatımızda hiç birşey değişmedi.Pazar günü işe gidicem diye tutturdu,evde neredeyse bir yıldır bekleyen bir iki iş yapınca gün bitti. Bir iki dakikada gelipte, ya sende çok yoruldun bir çay içelim şöyle oturup demedi.Normalde de demediği için midir bilmem benimde aslında,  çokta gönlüm yok.Evet esas kızgın olduğum kişi bizzat kendisi.O kadar çok yüklenince kendime, sonunda ne yazıkki acısı minik kelebeğimden çıkıyor.
Akşam ilk işim minicik kalbimi kırıp döktüğüm prensesimden özür dilemek olacak."Annanem bana hiç kızmıyo"  düşüncesini "Annem bana hiç kızmaz" cümlesine çevirmeye söz veriyorum.Daha sakin olmaya saha kontrollü davranmaya en azından uğraşacağımada söz veriyorum.
Minik kelebeğim 3,5 yaşındasın ve ben senden yetişkin gibi davranmanı bekliyorum.Okula başlaman seni gözümde bir iki yaş birden büyüttü sanki.Çok daha fazla tahammüllü ve töleranslı olmam gerekiyor biliyorum.Senden beni affetmeni istiyorum. Hemencecik büyümenide istemiyorum ayrıca, zaman yavaşlasın,dolu dizgin çağlayanlar gibi akıp gitmesin istiyorum.Seni çok ama çok seviyorum hayatımın rengisin,ışığısın,çiçeğisin,bitanem...


22 Haziran 2011 Çarşamba

Türk Filmleri

Isınan havayla birlikte konsantre olmakta epeyce zorluk çekmekten,dolu dolu geçen şu son bir kaç haftanın yoğunluğundan,uzuuun geçen kışın yorgunluğundan olsa gerek kafam dağılsın,ruhum dinlensin,vaktimi hoş geçirtsin istediğim, bir iki Türk filmi izleyim istedim.Ama sanırım yanlış tercihlerde bulundum.






Aşk Tesadüfleri Sever ve Çınar ağacı elimde olduğu için, ekstra illa ki şunu da izleyim-izlemeliyim  gibi bir düşüncem de olmadığından bunları izledim.
Ama ikiside istediğim lezzeti bırakmadılar zihnimde,beklediğimi vermediler,bir daha dönüp bir göz atayım hissi uyandır(a)madılar.Oyunculuklar mı desem, hikayaler mi hep havada kaldı, yarım bıraktı duygularımı.


"Aşk Tesadüfleri Sever" de beklentinizi kesinlikle ortalama tutmalısınız.Nostalji yaptıkları,eskileri anlattıkları kısımlar beni mest etti ama hikaye bir türlü beni kendine çekemedi.Baş rol oyuncularına bişiy diyemiycem ama çok büyük performanslarla beni çok etkilediler asla diyemem.Aslında sevmedim   ama ağlamak isteyinde ağlayacak bir sebep mutlaka bulabildiğim için, duygulandığım,üzüldüğüm,gözyaşı akıttığım oldu. Öyle aman aman insanın içini yerle bir eden dokunaklı bir tarafı olmamasına rağmen son sahnesinde epeyce sulandırdım ortalığı ama dediğim gibi bana has bir durum da olabilir bu.




Çınar ağacında ki hikaye ise çok daha naif olmasına rağmen, orda da hissiyat eksikliği vardı.Fazlaca soğuk anne-kız,anne-oğul ilişkileri,tahammülsüz tavırlar,hiç bahsedilmeyen baba figürü,bir torun hariç diğer torunların anneanne-babaanneyle  olan kırık dökük ilişkileri,en sonunda  pat diye çıkan yeni bir bebek ne biliyim çok içimizden bir hikayeymiş gibi gelmedi.Yan hikayeler hep güdük kalmış,tam olarak anlatılamamış ana hikayeye yedirilememişti  sanki.
Velhasıl filmlerden aradığımı bulamadım.Şöyle kafama göre dört başı mamur, gümbür gümbür birşeyler izleyipte keyifle ekranı kapatamadım.


Tavsiyelerinizi beklerim; yormayacak,bunaltmayacak,germeyecek sıcak yaz gününde serin bir bardak limonata tadında,efil efil ,püfür püfür mutluluk,neşe,sevinç saçacak öneriler bekliyorum..

15 Haziran 2011 Çarşamba

Yaptıklarımız Yapamadıklarımız

Mayıs ayı bereket dolu yağmurlarla geçti.Balkon sefası,akşam üzeri dondurma keyfi,çimenlerin üzerinden sere serpe yapılan kahvaltılar,piknikler yapılamayanların başını çekti.
Bunun yerine tıpkı uzun kış akşamlarında yaptığımız gibi patlamış mısır eşliğinde film seyrettik,bol bol çay içip kek yedik ve sıkı sıkı giyinip güneşin çıkmasını bekledik.
İzlediklerimiz; Ejderhanı nasıl eğitirsin ve Küçük Deniz Kızı Ponyo veya Kayalıktaki Balık.
İlki sıcak,sevimli bir masal esprili ve sempatik,ikincisinde ise kesinlikle Miyazaki tılsımı ve anime olmasının getirdiği sıcaklık var.Sosuke ve Ponyo bambaşka alemlere götürüyor insanı.İkisinide tavsiye ediyorum, miniklerle izlerken büyüklerin sıkıntıdan patlamayacağı  filmlerden.

Bunların yanı sıra babamızın bitmek tükenmek bilmeyen master macerasında inşallah son dönemece girmiş bulunuyoruz.Bu kadar ara vermemin bir sebebi de kapanmak bilmeyen bilgisayarın bana hiç düşmemesi.Tüm yağmurlu,kasvetli havaların yanına bitmeyen sınavlar ,ödevler ve projelerde eklenince evdeki bayram(!) havasını tahmin edebiliyorsunuzdur.
Bu atmosfer içerisinde bende dekorasyon dergileriyle bütünleşip, evdeki kullanmaktan bıktığım mutfak eşyalarını ayıklayıp,bir kaç parça bişiy aldım.Tabii bunları alırken minik prensese bir kaç kupa almadan edemedim.Bu hafta sonu kuzeni uzaaak diyarlardan gelip misafirimiz olacak şık sofralarla ağırlamak istiyoruz kendilerini.Büyük güne az kaldı:)

Gelmek bilmeyen yaza,bitmek bilmeyen yağmurlara rağmen yinede inatla ve ısrarla bardağın dolu tarafını görmeye, enerjimizi yüksek tutmaya ve  olumlu olmaya çalışıyorum.Yazlıklarımızı çıkardık,kışlıklarımızı kaldırdık seni bekliyoruz güneş lütfen acele et..